Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Prag’da Bahar ve Darbe

Olof Palme Yazı Dizisi II 1969-1976 Yılları arasında ve 1982’den ölümüne değin İsveç Başbakanı olarak görev yapan Olof Palme’nin siyasi kariyerinin en büyük mücadelelerinden biri, uluslararası politikada insan hakları savunusu olmuştur. Soğuk Savaş’ın realist dengeleri içerisinde oldukça idealist görünen bu yaklaşım, Palme’nin sözcülüğünü yaptığı uluslararası hareket ile güçlü ve alternatif bir sese dönüşebilmiştir. Keza dünya tarihinde uluslararası hukukun oluşması, barış politikalarının yükselmesi ve insan haklarının normlaştırılması hep bu kavramların güçlü savunucularının eseri olmuştur. Olof Palme de Soğuk Savaş’ın iki kutbundan herhangi birisinde konumlanmaksızın nasıl barış yanlısı bir dış politika izlenebileceğini ortaya koyan öncü bir isim. Bu ilkesel yaklaşımın somut delili ise İsveç sosyal demokrasisinin Soğuk Savaş’ın sıcak cephelerinde aldığı tavır olarak görülebilir. Bu yazımızda söz konusu tavrın izlerini Prag Darbesi özelinde süreceğiz. Çekoslovakya, Soğ

Mine Söğüt’ün Rüya Tabirli Cinperi Yalanları

Cihangir Pürtelaş Sokağı’nda bir tuhaf apartman Beş Sevim Apartmanı. Beş dairesinde beş tuhaf sakini var. Her birinin ayrı tuhaf hikayeleri… Mine Söğüt’ün ilk romanı Beş Sevim Apartmanı, psikoz ile gerçekliğin arasında sıkışıp kalan altı ana karakterin kısa hikayelerinden oluşuyor. Bu arada kalmışlığı iki yönlü bir anlatımla kullanan yazar; hayal ile gerçek, yalan ile doğrunun muğlak dizininden bir örgü örmüş türdeki ilk yapıtında. Bunu yaparken eğretilemeden yararlanmış, nesne ve mekanları en iyi şekilde kullanmış. Beş Sevim Apartmanı, kurmaca yazınımızda Mine Söğüt’ün kendine açtığı yeri tamamlayan, delilik ile hakikati sorgulatan bir büyülü gerçekçi roman. Üstelik rüya tabirli… Bir psikiyatr olan Samimi, cinperilerin kendi kötü kaderindeki rolünü ve çalışma alanındaki etkilerini ortaya çıkarmaya, bilim camiasını sarsacak bulgular elde etmeye niyetleniyor ve böylece kendimizi cinlerle perilerle dolu bir masalın içinde buluyoruz. Samimi aslında bu araştırmayla, kendi ruhunu k

Bir Portreye Giriş: Olof Palme

Olof Palme Yazı Dizisi I Olof Palme’ye ilişkin Afa Yayıncılık etiketli “Biz Demokrasiyi Zincirlerinden Kurtardık” adlı kitabı, evimizin kütüphanesinde tozlu raflar arasında buldum. Olof Palme’nin konu bazlı beş bölümde tasnif edilmiş makale ve konuşmaları Dilek Zaptçıoğlu çevirisiyle 1987 yılında Türkçe okurlara ulaşmış. İsveç’in eski başbakanı Sven Olof Joachim Palme’nin yazı ve konuşmalarından derlenen kitap, 20. yüzyılda Avrupa sosyal demokrasisinin gündemini aydınlatıyor. Ben bu değerli kitapta özelde İsveçli, genelde Avrupalı sosyal demokratların uluslararası krizlere yaklaşımının ve dış politikalarının izini sürüyorum. Olof Palme’yi dünya siyaset sahnesine çıkaran koşullardan başlayalım. Nasyonal Sosyalizmin ve İkinci Dünya Savaşı’nın insanlık üzerinde yarattığı büyük tahribat, hiç şüphesiz en çok savaş sonrası Avrupa’sında görünür durumdaydı. Nazi Almanyasının hezimeti aslında savaşın sonu olmakla birlikte, Avrupa’nın kalbinde altyapıdan sanayiye çözülmeyi bekleyen b

Çoksatar Bir Nâzım Romanı: Putlar Yıkılırken

Osman Balcıgil’in son romanı Putlar Yıkılırken* Nâzım Hikmet’i ve kavgasını konu ediniyor. Paris’te eski bir dost ile buluşma; büyük şairin hareketli İstanbul günlerine dönmesine sebep oluyor. Üretken bir yazar olduğunu bildiğim Osman Balcıgil’i daha önce okumamıştım. Kitaplara düşkünlüğümü bilen bir komşumuzun Putlar Yıkılırken’i benim için eve bırakıp şiddetle tavsiye etmesi üzerine bayramı fırsat bilip okumaya koyuldum. Kitabın henüz başlarında bir çoksatar olduğunu fark etsem de epeydir okumak istediğim yazarın romanını öyle hemen bırakmamaya niyetlenmiştim. Putlar Yıkılırken, Nâzım Hikmet’in hem sanatta hem siyasette iki cepheli mücadelesini konu ediniyor. Şüphesiz komünist bir şair için bu iki cepheyi birbirinden ayırmak mümkün değil. Ancak Nâzım bir yandan genç cumhuriyetin seçkinlerine, yazın konusunda Ankara’nın ağır toplarına meydan okurken bir yandan da içerisinde bulunduğu komünist harekette ideolojik-yöntemsel kavgalar veriyor. Resimli Ay’ın genç şairi Nâzı

Küresel Siyaseti Duvarlar Üzerinden Okumak

Uluslararası İlişkiler disiplininde “duvar”, son büyük sistemik kırılmayı, Soğuk Savaş’ın bitişini çağrıştıran önemli bir metafor. Duvarın burada, Doğu ve Batı Almanya’yı ayıran, 1989’da yıkılışıyla yeni bir uluslararası düzenin şekillenişini haber veren Berlin Duvarı’nı tanımladığı herkesin malumu. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan “Duvar”da küreselleşme sonrası siyaseti bu simgeden yola çıkarak okuyor ve yaklaşmakta olan kıştan haber veriyor. Devlet dışı aktörlerin taşıyıcılığını yaptığı küresel ekonomi, küresel toplum, küresel yönetişim gibi hedefler 1990’lı yıllara damgasını vurmuştu. Soğuk Savaş sonrası dönemde çok uluslu şirketler, sınır-aşırı sivil toplum örgütleri, küresel finans grupları, organize suç şebekeleri küreselleşmenin bayrağını taşıyor; sınırsız, milliyetsiz bir dünya hayalini yayıyorlardı. Sağ veya sol cenahtan, bu hayale muhalif kesimlerde ise küreselleşmenin kapitalizmin yeni bir yüzü, emperyalizmin son evresi olduğu düşüncesi de kısa sürede zemin buldu. Sermaye

Sakin ve bitaraf “Bursa Yazıları”

İsmet Tokgöz’ün kısa ve derin “Bursa Yazıları” kentin belleğine zaman ötesi bir yolculuk kitabı. Erken dönem Osmanlı mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan tarihi yapılardan, açık-koyu tonlarıyla yeşilden ve sudan mürekkep bir kent imgesi aslında eski Bursa. Avrupa’da genellikle “old city”   (tarihi kent merkezi) olarak tanımlanan ve modern yerleşim yerlerinden ayrılan bölgelerin ülkemizde bir karşılığı olarak da görülebilir. Fakat Avrupa’daki söz konusu örneklerin aksine şehrin turistik merkezi olmakla sınırlanamayacak şekilde; ticari ve kültürel yaşamın nefes alıp verdiği bir bölge... Bu yönüyle Eski Bursa, yeni yerleşim yerlerinden ve buralarda yaşayan insanlardan izole değil; aksine “çarşı” görevini sürdüren hanlarıyla Bursalıların gündelik yaşamlarının hala merkezinde bulunuyor. Türk-İslam kültüründe şehircilik anlayışının başat ögelerinden Cuma Camiilerin özel bir örneği olan Ulucamii, hala Bursa halkının en önemli uğrak yerlerinden biri. Ulucamii, cuma namazı ve cenaze töre

5280

Ergin Yıldızoğlu, “5280” adlı kitabında* öz yaşam öyküsünden beslenen denemelerle, siyasi dönüşümlerin bireysel yansısını okura sunuyor. İç ve arka kapaklarında anı-roman yazılı olan 5280’in, türünü tartışarak başlamak yerinde olacak. Yazarın tercihi mi yoksa yayınevinin basılan eserleri sınıflandırma ihtiyacının bir sonucu mu bilmiyorum; ancak bu etiketin yanlış olduğunu düşüyorum. Anı, deneme, öykü, novella türlerinin tümünü içinde barındıran bir anlatı bu. Eğer kurmaca unsurlar ise “roman” nitelemesine sebep, bu unsurların deneme ya da anı türlerinden ayrıksılığını düşündürten nedir? Hilmi Yavuz bir denemesinde hatıralarında silikleşen yüzleri, mekanları, olayları zihninde yeniden tasvir ettiğinden söz eder. Büyük şair için bu tasavvur, hakikatten farklı değildir çünkü. Öyle ki onun yanlışlanması dahi artık Hilmi Yavuz’un zihnindeki yeni gerçekliği çürütmez.** Ergin Yıldızoğlu anılarına bu şekilde bakmak zorunda değil elbette. Zira 5280’in türünü saptamada tek sorun; anlatının

Kim Nasıl Ölüyor?

Kitabevi çalışanının önerisiyle uzandım ince kırmızı kitaba. “Geceyarısı Kitapları”nın o muazzam baskısından etkilenmemek elde değil, hemen aldım ve iştahla başladım Emile Zola’nın bu kısa öykülerine. Emile Zola ismi bana daima meşhur “J’accuse!” (Suçluyorum/İtham ediyorum) başlıklı açık mektubunu ve Dreyfus davasını çağrıştırmıştır. 19. Yüzyıl Fransa’sını bütün çıplaklığıyla anlatan toplumsal sorunları edebi eserlerinin merkezine yerleştiren Zola yozlaşmayı, çürümüşlüğü, hep duru ve açık bir dille öyküleştirmiştir. Bu sebeple edebiyatta natüralizm akımının kurucusu olarak da anılır. Aslında Zola’nın yaptığı, kapitalist üretim ilişkilerinin yabancılaştırdığı insanı kendisiyle yüzleştirmekten ve sınıfsal çelişkilerin adaletsiz doğasına itiraz etmekten başka bir şey değildir. O kitabevinde uzandığım “Kim Nasıl Ölüyor?”* adlı öykü kitabı da böyle bir itirazın ürünü. Beş farklı sosyal sınıftan beş insanın ölümünü ve cenaze törenlerini konu edinen kısa öyküler gidenlerden çok kalan

Mısır Devriminin Mil Taşı: Yakupyan Apartmanı

Körfez Savaşı günlerinde geçen Yakupyan Apartmanı*, Mısır edebiyatının köşe taşlarından biri. Mısırlı Arap yazar Alâ El Asvani, sosyolojik tahlillerinin bir ürünü olan romanında çağdaş Mısır toplumuna ve elbette bütün Ortadoğu coğrafyasına ışık tutuyor. Necip Mahfuz’un portreler kitabı “Aynalar” kadar iddialı bir çağdaş Kahire röportajı olan Yakupyan Apartmanı, 1930’ların renkli günlerinden kalma bu hüzünlü binanın sakinlerini ve onların öykülerinden hareketle Mısır’ın başlıca toplumsal sorunlarını konu ediniyor. Kahire’nin cumhuriyet öncesi aristokrasisinin (Paşa’lar devrinin) merkezi olan ve tozlu bir açık hava müzesini andıran Talat Harb Caddesi’ndeki Yakupyan Apartmanı**, romanın ele aldığı sosyal dönüşüme ve bunun yol açtığı toplumsal çelişkilere tanıklık eden sembolik bir mekân. Bir metropolün kültürel zenginliğini kaybettiği, değişen iktidar odaklarına paralel olarak Kahire’ye içkin kentsel değerlerin de tahrip olduğu bir sürecin tanığı ve yer yer ev sahibi… Alâ El Asvan