Ana içeriğe atla

Kim Nasıl Ölüyor?

Kitabevi çalışanının önerisiyle uzandım ince kırmızı kitaba. “Geceyarısı Kitapları”nın o muazzam baskısından etkilenmemek elde değil, hemen aldım ve iştahla başladım Emile Zola’nın bu kısa öykülerine.

Emile Zola ismi bana daima meşhur “J’accuse!” (Suçluyorum/İtham ediyorum) başlıklı açık mektubunu ve Dreyfus davasını çağrıştırmıştır. 19. Yüzyıl Fransa’sını bütün çıplaklığıyla anlatan toplumsal sorunları edebi eserlerinin merkezine yerleştiren Zola yozlaşmayı, çürümüşlüğü, hep duru ve açık bir dille öyküleştirmiştir. Bu sebeple edebiyatta natüralizm akımının kurucusu olarak da anılır. Aslında Zola’nın yaptığı, kapitalist üretim ilişkilerinin yabancılaştırdığı insanı kendisiyle yüzleştirmekten ve sınıfsal çelişkilerin adaletsiz doğasına itiraz etmekten başka bir şey değildir. O kitabevinde uzandığım “Kim Nasıl Ölüyor?”* adlı öykü kitabı da böyle bir itirazın ürünü.

Beş farklı sosyal sınıftan beş insanın ölümünü ve cenaze törenlerini konu edinen kısa öyküler gidenlerden çok kalanların insanlıktan çıkma hallerini sorunsallaştırıyor. Ölümün sıradanlığı anlatırken hikayeyi trajikleştirmeyen Zola, kahramanlarının hasletlerini ve acziyetinini, okuru rahatsız eden bir çıplaklıkla sergiliyor. Bunu da, insanın doğuştan günahkâr ve habis ruhlu olduğunu kabul eden bir muhafazakar Batı öğretisi ile değil, mülkiyetin insanda yaratığı tahribatı açık eden tarihsel diyalektik bir yaklaşımla yapıyor.

“Kim Nasıl Ölüyor?”, 1800’ler Fransa’sında aristokratların, burjuvaların, esnafların, işçilerin ve köylülerin cenazeleri üzerinden, karşılaştırmalı bir toplumsal eşitsizlikler ya da sınıfsal çelişkiler dersi. Hangi sınıftan olursa olsun şeyleşen insanın çürümesini kısacık öykülerle ortaya koyuyor.



* Sel Yayıncılık, Şubat 2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen öznelli

Nedim Gürsel’in Mısır Yolculuğu

Edebiyatımızın en üretken yazarlarından biri Nedim Gürsel. Üstelik üretkenliği, niteliğini gölgede bırakmayan türden. Henüz “Söz Uçar”ın dumanı üstündeyken yeni bir kitapla karşımızda: “Piramitlerin Gölgesinde”. Piramitlerin Gölgesinde, Nedim Gürsel’in Mısır yolculuğunun kitabı. Deneme türünde kaleme alınsa da röportaj türüne pek uzak değil. Yazar, kitabın henüz başında okuru, ölümün ürperticiliği ile ölümsüzlüğün ihtirasını bünyesinde cisimleştiren Gize’ye çağırıyor. Sfenkslerin heybetinin ve binyılları deviren dirençlerinin etkisinde, yolu Gize’ye düşenleri anımsıyor ve anımsatıyor. Nedim Gürsel eserlerinde, kendi bellek süzgecinden geçirdiği sanatsal ya da folklorik ögelere sıkça başvuran bir yazar. Anlatımını kimi zaman bir şiir, kimi zaman diline dolanan bir türkünün yarım yamalak nakaratıyla zenginleştiriyor.  Bence Nedim Gürsel’i başarılı kılan konulardan biri de bu. Edebiyatta 50. yılı arkasında bırakan bir yazar, iflah olmaz bir merakla ve daha da önemlisi, ele alacağ

Atay'ın Demiryolu Hikayecileri'nde "İktidar"

          Şehre uzak bir kasabada, bir demiryolu istasyonunda hikayeler yazıp satarak hayatını kazanan bir hikayecinin anlatımıyla Demiryolu Hikayecileri, iktidar – edebiyat ilişkisi bağlamında incelenmesi yerinde olan hikayelerden biridir. Oğuz Atay’ın bu hikayesi, üç seyyar hikaye satıcısı ve çalıştıkları istasyonun şefi etrafında gelişmektedir. İstasyonda çalışan hikayeciler, diğer seyyar satıcılar ve istasyon şefi arasında kurulan ilişkiyi belirleyen bir takım etkenler vardır. Bu etkenleri, Oğuz Atay’ın satırlarından yansıyan ekonomik, siyasal, sosyal gerçekler olarak da görebiliriz. Savaşın ekonomik ve sosyal koşulları, seyyar satıcıların sağlıkları, yaşam ve çalışma şartları sebebiyle üzerlerine sinmiş olan çaresizlik; hikayenin karakterleri arasındaki ilişkiyi de belirlemektedir. Bu sosyolojik yapı ve piyasa koşulları, hikayede aradığımız iktidar ilişkilerini var ettiği gibi kendi içlerinde de farklı iktidar öğeleri barındırıyor olabilirler.           İstasyon şefinin sırad