Uluslararası İlişkiler disiplininde “duvar”, son büyük
sistemik kırılmayı, Soğuk Savaş’ın bitişini çağrıştıran önemli bir metafor.
Duvarın burada, Doğu ve Batı Almanya’yı ayıran, 1989’da yıkılışıyla yeni bir
uluslararası düzenin şekillenişini haber veren Berlin Duvarı’nı tanımladığı
herkesin malumu. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan “Duvar”da küreselleşme sonrası
siyaseti bu simgeden yola çıkarak okuyor ve yaklaşmakta olan kıştan haber
veriyor.
Devlet dışı aktörlerin taşıyıcılığını yaptığı küresel
ekonomi, küresel toplum, küresel yönetişim gibi hedefler 1990’lı yıllara
damgasını vurmuştu. Soğuk Savaş sonrası dönemde çok uluslu şirketler, sınır-aşırı
sivil toplum örgütleri, küresel finans grupları, organize suç şebekeleri
küreselleşmenin bayrağını taşıyor; sınırsız, milliyetsiz bir dünya hayalini
yayıyorlardı. Sağ veya sol cenahtan, bu hayale muhalif kesimlerde ise
küreselleşmenin kapitalizmin yeni bir yüzü, emperyalizmin son evresi olduğu
düşüncesi de kısa sürede zemin buldu. Sermaye, mal ve hizmetler için sınırları
ortadan kaldıran bu yeni devrin işgücüne sınırlararası hareketlilik imkanı vermediği
ortaya çıktı. Üstelik ulusal sınırların ortadan kalkacağı düşüncesi kimlik eksenli
yeni kaygıların harekete geçmesine neden olmuştu. Dolayısıyla küreselleşmenin
temel iddialarından biri olan yerelleşme ya da etnik/dinsel kimliğin
ifadesi/temsili, bir yandan onun sonunu hazırlayan etkenlerden biri oldu. Etnik
problemler, mezhep sorunları, yeni sınır sorunları küreselleşme rüyasına gölge
düşürmeye başlamıştı. Bu noktada “Medeniyetler Çatışması”, aslında küreselleşme
çağını kapatacak yeni dönemin erken habercisiydi. Benedict Anderson’un
ifadesiyle “hayali cemaatler” olan uluslar, insanların birbirilerini
tanımaksızın kendilerini ait hissettikleri bir sosyal kimlik olarak yeniden anlam
kazandı. Uluslararası ilişkiler tarihinin bütünleşme-yerelleşme eksenli döngüsel
özelliği bu yeni durumda kendini yeniden göstermekteydi. Uluslararası siyasette
duvarlar yeniden konuşulmaya başlamıştı. 11 Eylül saldırıları ile sembolize
edilen uluslararası terörizm, finansal krizler, göç bu yolun taşlarını döşedi.
Arıboğan’a göre küreselleşme sonrası duvarlar “zedelenen ortak toplumsal,
siyasal kimliğin yeniden inşası” için yükseliyordu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından küreselleşmenin
rıza üretmede temel dayanakları; insan hakları ve demokrasi olmuştu. Duvarların
yükselmesi ise yalnızca küresel yönetişim hedefini değil, aynı zamanda
demokratik sistemleri de tehdit eden bir gelişme oldu. Yazar, Murray Bowen’ın
toplumsal ilerleme ve toplumsal gerileme kavramsallaştırmasını kullanarak
süreci tahlil ediyor. Değişimin hızı karşısında toplumların kronik bir endişeye
kapıldığını, güvenlik ve merkezileşme arayışının güçlendiğini savlıyor. Bugün
baktığımızda küreselleşme sonrası siyasetin gerçekten de bu kronik endişelerle
şekillendiğini görüyoruz. Hakikat sonrası (post-truth), gerçeklikten kopmuş
algılar, siyasetin merkezine yerleşmiş durumda. İşte bu popülizmler çağında
duvarlar, merkezi otoritenin yeniden tesis edilmesini, gücün kişiselleştiği
patrimonyal devlet yapısının yeniden ortaya çıkmasını sembolize ediyor. Arıboğan,
hakikat sonrası siyasette kişiselleşmiş merkezi iktidarın, artık çoğunluğun
arzularını gerçekleştiren değil, o arzuları imal eden güce tekabül ettiğini not
ediyor.
Kitabın “Göçe Karşı Duvarlar” bölümünde, göç tarihine
ilişkin kısa bir okumanın ardından Batı’da popülizmin ve sağın günümüzdeki
yükselişi ile göç hareketlerinin ilişkiselliği sorgulanıyor. Avrupa’da İslam
karşıtı siyaset korkudan besleniyor ve Ortadoğu’yu, Müslüman kimliği terör,
cehalet ve kültürsüzlükle özdeşleştiriyor.
“O zaman duvarlar aynı zamanda nefret edilen bir kültüre,
bir uygarlığa karşı da inşa edilmekteydi. Yerellerin psikolojisini belirleyen
faktörler arasında ‘korku’ kadar, ‘dışlama’ ve ‘küçümseme’ de vardı.”
(Arıboğan, Duvar, 2019, s. 79.)
Duvar, uluslararası güvenliğin, görece yeni bir
başlıklarından olan siber güvenliğe de eğiliyor. Siyasi katılımı artırması,
demokrasiyi ve özgürlükleri güçlendirmesi beklenen internetin, nasıl devletlerarası
bir güç mücadelesi sahasına dönüştüğünü ortaya koyuyor. Dünyanın en zengin
çevrimiçi anisklopedisi Wikipedia’ya erişimin yasaklı olduğu ülkeden siber
duvarların yükselişini tartışıyor.
Duvarların ve sınırların, artık toplumsal hareketlerin
örgütlenmesinde kritik bir rol üstlenen internetin de bir gerçekliği olduğu bütün
internet kullanıcıları tarafından biliniyor. Sosyal medya devrimleri yerini
sosyal medya duvarlarına, kısıtsız küresel iletişim yerini manipülasyona,
dezenformasyona, siber savaşlara bırakmış durumda. Siber güvenlik elbette
küresel güçlerin hegemonya mücadelelerinden bağımsız bir başlık değil. Burada
yürütülen istihbarat çalışmaları, gözetleme ve kontrol olanakları, en
nihayetinde büyük veri ya da big data; internetin ne ölçüde uluslararası
güvenliğe ilişkin bir mesele olduğunu ortaya koyuyor. Siber güvenliğin Avrupa ve
ABD açısından en büyük tehdidi ise kuşkusuz Moskova. Rus hackerlardan bağımsız
bir siber güvenlik tartışması günümüzde pek olası değil.
Deniz Ülke Arıboğan “Duvar”da küresel sistemin dönüşümü
üzerine realist bir okuma yapıyor. Bu okumayı da “politik psikoloji” notlarıyla
destekliyor ve zenginleştiriyor. Devlet aktörünün yeniden ön plana çıktığı,
Soğuk Savaş sonrası yeni (tek kutuplu) uluslararası düzenin henüz kurulamadan
krize girdiği günümüzde dünyanın nereye yuvarlandığını inceliyor. Tarihte hegemon
güçlerin çöküşünü ve yeni uluslararası sistemlerin kuruluşunu, örnekleriyle inceleyerek
bir tez öne sürüyor. Kitap boyunca sık sık atıf yaptığı Game of Thrones
dizisinden bir replikle, ilk iki dünya savaşı öncesinde Avrupa
entelijansiyasında gözlemlenen idealist ütopyacılıktan çıkmaya çağırıyor: Tarih
geri dönüyor, “kış geliyor!”
* Deniz Ülke Arıboğan, Duvar, İstanbul: İnkılap, 2019, 208 s.
** “Rusya’nın askeri yayılmacılığı” ve “Çin’in ekonomik
yayılmacılığı” üzerine başka güncel kitapların da ele alındığı ayrı bir
inceleme yazma niyetiyle bu yazıda bu başlıklara geniş yer vermedim.
Yorumlar
Yorum Gönder