İsmet Tokgöz’ün kısa ve
derin “Bursa Yazıları” kentin belleğine zaman ötesi bir yolculuk kitabı.
Bilim adamları bu dönüşümden sonra ‘duygunun ölümü’ bahsini açtılar; şehre aidiyet duygusuydu söz konusu ettikleri. Bursa’da bu dönüşüme tanık olurken, ben, varoluşun mekânsal özelliği nedeniyle olsa gerek, daha çok bağlandım şehrime. Bu nedenle eski Bursa’nın gördüğüm okuduğum her kaybı beni çok incitti; savruldum gittim.” (Bursa Yazıları, s. 117-118)
Erken dönem Osmanlı mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan
tarihi yapılardan, açık-koyu tonlarıyla yeşilden ve sudan mürekkep bir kent
imgesi aslında eski Bursa. Avrupa’da genellikle “old city” (tarihi kent merkezi) olarak tanımlanan ve
modern yerleşim yerlerinden ayrılan bölgelerin ülkemizde bir karşılığı olarak
da görülebilir. Fakat Avrupa’daki söz konusu örneklerin aksine şehrin turistik
merkezi olmakla sınırlanamayacak şekilde; ticari ve kültürel yaşamın nefes alıp
verdiği bir bölge... Bu yönüyle Eski Bursa, yeni yerleşim yerlerinden ve
buralarda yaşayan insanlardan izole değil; aksine “çarşı” görevini sürdüren
hanlarıyla Bursalıların gündelik yaşamlarının hala merkezinde bulunuyor.
Türk-İslam kültüründe şehircilik anlayışının başat ögelerinden Cuma Camiilerin
özel bir örneği olan Ulucamii, hala Bursa halkının en önemli uğrak yerlerinden
biri. Ulucamii, cuma namazı ve cenaze törenlerinde; Kapalı Çarşı’ya, Tuz
Pazarı’na ve Kozahan’a bağlanan avlularıyla sosyal yaşamın da tezahür ettiği
bir merkez haline gelmektedir. Bu merkezî rolü, hiç tanımadığım dedemin “her
nereye giderseniz gidin, ama Ulucami’nin minarelerini kaybetmeyin” nasihatini
anımsatmıştır hep anneme. Eski Bursa, apartmanların tüm şehri kuşatmadığı
dedemin zamanında neresinden bakılırsa bakılsın Ulucami’nin minarelerinin
görülebildiği yerdi zira.
Bursa, mimarisi, kentin belleğini oluşturan uhrevi mekânları
ve meşhur çıkmaz sokaklarıyla varoluşunu tamamlayan; Hilmi Yavuz’un ifadesiyle “ruhaniyetli”
bir şehir. İsmet Tokgöz ise “sakin ve bitaraf” diyor bu derinliği tarif
ederken. Tayakadın Mahallesi’nde, huzura ve sükûnete kesmiş evleriyle
özdeşleştirdiği çocukluğunu siyah beyaz bir Bursa fotoğrafı gibi anımsıyor.
Anımsıyor çünkü o bahçeli evinin yerinde bugünlerde trafiğiyle meşhur Haşim
İşcan Caddesi bulunuyor artık. Eski Bursalıların, akşamüzerleri tevekkülle
arşınladıkları o sokakların kaçı yerli yerinde ki şimdi?
Son on yıllarda dönüşen, yenilenen ya da sıfırdan inşa edilen
ne varsa insanların tüketimini merkeze alıyor sanki. Alışveriş merkezleri
kentin yeni sembolleri olarak sunuluyor. Kent merkezinde bırakın sosyal dokunun
korunmasını hoyrat ve acımasız bir ticari anlayış hüküm sürüyor. Şehrin kalbi
Atatürk Caddesi’nde kapanan kitabevlerinin yerinde iç çamaşırı mağazaları
furyası dinmek bilmedi. Bursa’nın mahalle kültürünün en canlı olduğu
Tahtakale’de dahi esnaflar dükkanlarını hipermarketlere terk edip kaçıyor.
Çekirge mi dediniz, unutulmuş, kaderine ve yeni sakinlerinin yaşam kültürüne
(belki o farklı kültürlerin hepsine birden) terk edilmiş halde. Yeşil ve suyla
bezeli Dobruca Köyü’nü artık dev bir kafe-restoran işletmesi ile anıyor herkes.
İsmet Tokgöz bu dönüşümün somut izlerine pek değinmese de nasıl incindiğini ifade
ediyor şu sözlerle:
“Herkesin yaşadığı
şehre ait imgesi farklı olsa da ‘kişilikli’ bir şehir olarak bu imgelerin çok
ortak özellikler barındırmasına imkan sağlayan Bursa’da da bu dönüşümün yönü,
insanların günlük hayatlarında, hepsi olmasa da çoğu bildik ve tanıdık olan
hemşehri çehreleriyle yüz yüze geldikleri şehirden ben ve başka herkesin boy
gösterdiği kalabalık mekanlarıyla ‘büyükşehir’e doğru oldu. Bunlara tanık
olurken neden eski Bursa’yı, Bursa imgesini ayakta tutan tarihsel dokuyu daha
da özenle koruma iradesini ortaya koyamadık biz, diye sormadan edemiyor insan.
Bilim adamları bu dönüşümden sonra ‘duygunun ölümü’ bahsini açtılar; şehre aidiyet duygusuydu söz konusu ettikleri. Bursa’da bu dönüşüme tanık olurken, ben, varoluşun mekânsal özelliği nedeniyle olsa gerek, daha çok bağlandım şehrime. Bu nedenle eski Bursa’nın gördüğüm okuduğum her kaybı beni çok incitti; savruldum gittim.” (Bursa Yazıları, s. 117-118)
Kentin Bellek Mekânları:
Hamamlar
“Velhasıl Bursa sudan ibarettir.” diyordu Evliya Çelebi 17.
yüzyılda. Küresel iklim krizi çağında, bu pek kısa Bursa tanımlamasının geçerli
olduğunu söylemek zor. Ancak sıcak sular şehri Bursa’nın -sayıları ne kadar
azalsa da- hala çalışan tarihi hamamları; kent kimliğinin en önemli
unsurlarından biridir. İsmet Tokgöz’ün Bursa imgesinde de Refik Halid Karay’a
atıfla “ısınmak, dinlenmek, düşünmek ve yıkanmak” için gidilen hamamlar ayrı
bir yer tutuyor. Edebiyatta hamamların konumunu da irdelemiş olan yazar, alıntılarla
güçlendirdiği bu bölümde okuru, güçlü tasvirlerle kavrıyor. Bursa’nın kaplıca
ve hamamlarına ilişkin bu metinde ben de, esasen pek de uzak olmayan ama
geçmişin/geçen zamanın mutlaklığında silikleşen ilk gençlik yıllarıma döndüm.
Adını bir yatırdan alan Tezveren Mahallesi’nde, sokak
arasındaki o ufacık Haydarhane Hamamı ilk gittiğim hamamdı. Maksem’in eski
sakinlerinden olan anneannemin beni hamama gönderirken büründüğü kaygılı halin;
Haydarhane Hamamı çevresindeki hısımlarını, beni gözetmeleri için
tembihlemesini gerektirecek kadar ileri düzeyde olduğunu düşünemezdim.
Hamamların yalıtılmış iç mekânlarının, cinsel istismar söylentileri ile nam
saldığını çok sonra öğrendim. Daha sonra Nasuh Paşa, Kara Mustafa, Çakırhamam
gibi daha büyük hamamlara da gittim ve Eski Bursa’nın neredeyse tüm
hamamlarında yıkanıp, düşünme keyfine erdim. Derinleşmek, insanlığın kadim
belası o mana arayışına dönmek istediğimde geç saatleri tercih ederim. Su
sesinin ve insan nefesinin; nemli, çoğu kez de sıvası kabarmış ve yosun tutmuş
tarihi kubbelerdeki yankısı zamanın ölçülebilirliğini yadsımama neden olurdu.
Tokgöz’den okuyunca öğrendim; hamamların, İslam coğrafyası şiirinde “cennete
dair bir iyi olma hali” ile tasvir edildiğini.
İsmet Tokgöz, Kırmızı Kedi, 2017.
Yorumlar
Yorum Gönder