Ana içeriğe atla

Mısır Devriminin Mil Taşı: Yakupyan Apartmanı


Körfez Savaşı günlerinde geçen Yakupyan Apartmanı*, Mısır edebiyatının köşe taşlarından biri. Mısırlı Arap yazar Alâ El Asvani, sosyolojik tahlillerinin bir ürünü olan romanında çağdaş Mısır toplumuna ve elbette bütün Ortadoğu coğrafyasına ışık tutuyor. Necip Mahfuz’un portreler kitabı “Aynalar” kadar iddialı bir çağdaş Kahire röportajı olan Yakupyan Apartmanı, 1930’ların renkli günlerinden kalma bu hüzünlü binanın sakinlerini ve onların öykülerinden hareketle Mısır’ın başlıca toplumsal sorunlarını konu ediniyor.

Kahire’nin cumhuriyet öncesi aristokrasisinin (Paşa’lar devrinin) merkezi olan ve tozlu bir açık hava müzesini andıran Talat Harb Caddesi’ndeki Yakupyan Apartmanı**, romanın ele aldığı sosyal dönüşüme ve bunun yol açtığı toplumsal çelişkilere tanıklık eden sembolik bir mekân. Bir metropolün kültürel zenginliğini kaybettiği, değişen iktidar odaklarına paralel olarak Kahire’ye içkin kentsel değerlerin de tahrip olduğu bir sürecin tanığı ve yer yer ev sahibi… Alâ El Asvani, Yakupyan Apartmanı çevresinde kurguladığı bu romanda, yalnız çağdaş Mısır toplumunun çelişkilerini ve çarpıklıklarını yansıtmakla kalmıyor; 21. yüzyılda Doğu ve Batı toplumlarını saran yabancılaşma, yozlaşma gibi mefhumların altını dolduruyor ve modern bireyin savruluşunu öyküleştiriyor.

Yakupyan Apartmanı, her biri farklı sınıf ve kimliklerden olup gerçeğe dokunan karakterlerden mürekkep bir roman. Dikkat çeken birkaçından söz edeyim. Başkarakterlerden Taha, alt tabakadan bir aileye mensup oluşu nedeniyle uğradığı haksızlığın yaralarını ağır bir intikam duygusuyla sarmaya çalışırken yaşamının pusulasını kaybediyor. Bu yönüyle zorba rejimlerin idaresindeki Arap gençliğinin arayışını canlandırıyor. Bir diğer karakter Zeki El Dessuki ise sabık rejimin saygın, aristokrat ailelerinden birine mensup, nostaljik bir tipleme. Maddi olanaklarına rağmen ülkesini terk etmeyen, rutinlerine bağlı, yaşam enerjisini kadınlarda bulan ve zamanın ruhuna karşın hoyrat olmayan bir Mısırlı…  Kemal El Fuli, iktidar partisinin yöneticilerinden, bütün ülkeyi kuşatan yolsuzluk ağının kudretli oyuncusu. Aynı zamanda milletvekillerini belirleyen, büyük bir rüşvet çarkını yöneten isim ve meçhul “Büyük Patron”un görünen eli.


Alâ El Asvani aslında Yakupyan Apartmanı’nda İslami radikalizmin Mısır’da hangi motivasyonla ve nasıl örgütlendiğini, siyaset-ticaret-din üçgeninde devletin nasıl tekelleştiğini, yoksulluğun pençesinde gençliğin yön arayışını anlatıyor, cinsel ve dini tabuları yıkıyor. Bu bakımdan Yakupyan Apartmanı, 2011 Arap Halk Ayaklanmalarına giden sürecin bir mil taşı olarak görülüyor. Asvani, “hayatımın en güzel 18 günü” olarak tanımladığı başkaldırı günlerinde bilfiil yer almış ve Kefaya (Yeter!) hareketinin kurucularından biri. Devrimcilerin Mübarek karşıtı gösterilerde yanına gelerek “Senin yazdıkların nedeniyle buradayız!” dediklerini aktarıyor.

Yakupyan Apartmanı Ortadoğu’da toplumsal ilişkiler üzerine yapılacak bir tahlilde gözden kaçmaması gereken bir roman. Her ne kadar devrim öncesi Kahire’sinin romanı olsa da bugünü anlamak için de kilit önemde. Zira 2000’lerin başında Mübarek diktatörlüğünün temsil ettiği kişiselleşmiş iktidar mekanizması ve araçları, başka isim ve yüzlerle Mısır’ın bugününe hükmediyor. Asvani bir mülakatında***, devrimi yapan genç Mısırlılara inancını koruduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Gençliğin, mevcut rejime meydan okumak üzere geri döneceğine ikna olmuş durumdayım.” Asvani’nin umudu gerçek olur mu, Mısırlılar firavunlar yurdunda yeni bir devrime soyunur mu, bilemeyiz. Fakat diyebiliriz ki Yakupyan Apartmanı, Mısır’da köhne rejime karşı mücadele eden özgürlükçü hareketlerin daha uzun yıllar başucu kitaplarından biri olacak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen öznelli

Nedim Gürsel’in Mısır Yolculuğu

Edebiyatımızın en üretken yazarlarından biri Nedim Gürsel. Üstelik üretkenliği, niteliğini gölgede bırakmayan türden. Henüz “Söz Uçar”ın dumanı üstündeyken yeni bir kitapla karşımızda: “Piramitlerin Gölgesinde”. Piramitlerin Gölgesinde, Nedim Gürsel’in Mısır yolculuğunun kitabı. Deneme türünde kaleme alınsa da röportaj türüne pek uzak değil. Yazar, kitabın henüz başında okuru, ölümün ürperticiliği ile ölümsüzlüğün ihtirasını bünyesinde cisimleştiren Gize’ye çağırıyor. Sfenkslerin heybetinin ve binyılları deviren dirençlerinin etkisinde, yolu Gize’ye düşenleri anımsıyor ve anımsatıyor. Nedim Gürsel eserlerinde, kendi bellek süzgecinden geçirdiği sanatsal ya da folklorik ögelere sıkça başvuran bir yazar. Anlatımını kimi zaman bir şiir, kimi zaman diline dolanan bir türkünün yarım yamalak nakaratıyla zenginleştiriyor.  Bence Nedim Gürsel’i başarılı kılan konulardan biri de bu. Edebiyatta 50. yılı arkasında bırakan bir yazar, iflah olmaz bir merakla ve daha da önemlisi, ele alacağ

Atay'ın Demiryolu Hikayecileri'nde "İktidar"

          Şehre uzak bir kasabada, bir demiryolu istasyonunda hikayeler yazıp satarak hayatını kazanan bir hikayecinin anlatımıyla Demiryolu Hikayecileri, iktidar – edebiyat ilişkisi bağlamında incelenmesi yerinde olan hikayelerden biridir. Oğuz Atay’ın bu hikayesi, üç seyyar hikaye satıcısı ve çalıştıkları istasyonun şefi etrafında gelişmektedir. İstasyonda çalışan hikayeciler, diğer seyyar satıcılar ve istasyon şefi arasında kurulan ilişkiyi belirleyen bir takım etkenler vardır. Bu etkenleri, Oğuz Atay’ın satırlarından yansıyan ekonomik, siyasal, sosyal gerçekler olarak da görebiliriz. Savaşın ekonomik ve sosyal koşulları, seyyar satıcıların sağlıkları, yaşam ve çalışma şartları sebebiyle üzerlerine sinmiş olan çaresizlik; hikayenin karakterleri arasındaki ilişkiyi de belirlemektedir. Bu sosyolojik yapı ve piyasa koşulları, hikayede aradığımız iktidar ilişkilerini var ettiği gibi kendi içlerinde de farklı iktidar öğeleri barındırıyor olabilirler.           İstasyon şefinin sırad