Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Güneydoğu’da Bir Hafta II: Nehre Doğru: Adana

Seyahatimizin ikinci durağı Adana. Torosların, Seyhan’ın, tarımın, bereketin şehri. Dört bin yılı aşkın zamandır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan  bu topraklar “Adana” adını da içinden geçen Seyhan Nehri’nden alıyormuş. Latince nehir, akarsu anlamlarındaki tânais sözcüğünden türetilen Rumca A-tanais (nehre doğru, suya doğru), Osmanlılar döneminde A-tana/Adana olmuş [1] . Bu ikinci durağımıza doğru yola çıkmadan önce, Hititlerden bugüne aralıksız üreten bir kenti ve o kentin Orhan Kemal romanlarında anlatılan emekçilerini görmeyi hayal ediyorum. İlk Yazı: Güneydoğu'da Bir Hafta:  Kış Güneşinin Okşadığı Kent Tarsus Tarsus’tan ayrılıp Adana’ya vardığımızda öğleden sonra olmuştu bile. Şehre araçla girerken ilk dikkatimizi çeken yapı devasa Sabancı Merkez Camii oldu. Sabancı Ailesinin şehrinde olduğumuzu unutmayalım diye bu kadar büyük yapıldığını düşündüm. Orhan Kemal’in kahramanlarından da izler görecek miyim?  Şehri ikiye bölen Seyhan Nehri’nin üzerindeki Taş Köprü’yü gördü
En son yayınlar

Güneydoğu’da Bir Hafta I : Kış Güneşinin Okşadığı Kent: Tarsus

Ocak ayında karımla Güneydoğu Anadolu şehirlerinin bir kısmını ziyaret etmiştik. Ben de bir gün yazmak niyetiyle tüm gezi duraklarımızı, ilgimizi çeken mekânları, efsaneleri defterime not etmiştim. Aylar sonra, ancak bugün o deftere dönebildim. Seyahatimizin ardından Ankara’ya döndüğümüzde, daha önce hiç gitmediğimiz bu coğrafyanın büyüsünden henüz çıkamamıştık ki; 6 Şubat Pazartesi sabahı, milyonlarca insan için bugün hâlâ devam eden bir kâbusa uyandık. Yitirilen on binlerce insanın her birinin ayrı ayrı hikâyelerini kaydetmek mümkün olsa keşke. Ben bu dizide onların hatıralarıyla bezeli olduğundan kuşku duymadığım mekânları, kentleri, tarihî yapıları yazmaya çalışacağım. Bu seyahatteki tanıklıklarımız, Güneydoğu Anadolu turu yapmış olan pek çok kişinin paylaşabileceği izlenimleri ve duyarlılıkları içinde barındırıyor. Elbette çok sınırlı bir zamanda, görece popüler mekânları içeriyor. Belki bundan 1 yıl önce seyahatimizi yazmak, mevcut onlarca gezi yazısına bir ekleme yapmaktan ötesi

Annie Ernaux: Bir Film Şeridi Gibi

Annie Ernaux çağdaş Fransız edebiyatında “bir fırsat bulup okumalı” diye geçiştirdiğim ve zamanla muhtemelen unutup gideceğim bir isimdi. Geçtiğimiz yıl aldığı Nobel Edebiyat Ödülü, Ernaux okumaya Seneler ’le başlamama vesile oldu.  Seneler , arka kapağında belirtildiği gibi “1940’lardan 2000’lere uzanan kronik bir metin”. Bir kadının çocukluk yıllarından yaşlılığına kadar geçen ömrü fotoğraf karelerinde ve video kasetlerde özetleniyor. Televizyon reklamlarında bir bayram günü torunlarını etrafına toplayıp aile albümünü gösteren büyükanneler ya da büyükbabalar gibi romandaki anlatıcı da tasvir ettiği fotoğraflar üzerinden yaşamının bir muhasebesini yapıyor. Seneler bireysel bir roman. Anlatım biçiminden diline, üslubuna kadar her şey bu bireyselliği vurguluyor. Bir kadının yaşamının “bir film şeridi gibi” gözümüzün önünden akıp geçtiği bu bireysel anlatı, okura değil de bir dosta, bir psikoloğa ya da benzetmemizdeki gibi torunlara yazılmış kadar da samimi. Öte yandan Seneler , bir k

Bir Fotoğraf, Bir Video, Bir Şiir ve Birkaç Hatıra

2009 yılıydı. Doğup büyüdüğüm şehirde bir futbol maçının kitlesel bir öfkeyi nasıl uyandırabileceğini görüp ürkmüştüm. Bir esnaf dükkânında çalan marşlara, hınçla söylenen küfürler eşlik ediyordu. Yanlış anımsamıyorsam yağmur yağıyordu. Bir fotoğraf… Yeşil-beyaz atkılı binlerce taraftar. Bir futbol stadının tribünlerini doldurmuş, coşkulular. Sağanak yağmur sebebiyle tuttukları takımın renginde şemsiyeleri, şapkaları ve anorakları var. Tuttukları takımın rengi, yaşadıkları kentin sembolünden geliyor. Yaşadıkları kent geniş ve bereketli ovasının yemyeşil ağaçlarıyla biliniyor. Tribünün orta kısımlarında bir pankart… Üzerinde beyaz bir otomobil resmi çizilmiş. O kentte fabrikası bulunan bir otomobil markasının, Renault’nun, Türkiye’de “Toros” ismiyle bilinen R12 modeli. Ancak bu pankart bir otomobilden daha fazlasını temsil ediyor. 1990’ların en popüler otomobillerinden biri olan beyaz toroslar, devletin “derin” işlerini, hukuksuz gözaltıları, zorla kaybettirilmeleri simgeliyor. Beyaz y

Ölümle Yüzleşmek İçin Yaşamın Muhasebesini Yapmak

Nedim Gürsel son yıllarda hep ölüm üzerine düşünüp yazıyor. Ölüm düşüncesinin Nedim Gürsel edebiyatını ele geçirmesi, kızı Dilay’a atfettiği Baba Bak Deniz’le başladı. Yayımlanmış son romanı Son Yolcu da bu düşüncenin bir ürünü. Bir önceki eserinde yaşamdaki “son faslını” yaşıyor olmasına bağlamıştı Gürsel, ölümle meşguliyetini. Son Yolcu’yu takip eden deneme kitabı Ölüm Hep Aklımdasın ise bu meşguliyetin şimdilik son ürünü. Son Yolcu, yazar Deniz Çakır’ın Paris-İstanbul uçağında uyur uyanık, düş ile gerçek arasında aklından geçirdiği yaşamını konu alıyor. Nedim Gürsel’in, Deniz Çakır’ın hikâyesini yazarken kendi yaşamından yararlandığını söylemek okurları için sürpriz olmayacaktır. İki ülke arasında gidip gelen ama hem edebi hem politik olarak Türkiye’den hiç kopmayan bir yazarın Balıkesir’de başlayan öyküsü, tanıdığımız Nedim Gürsel’in öyküsünden çok farklı değil. İsmi farklı olsa da eserleri, eğitimi, ilgi duyduğu mekânları ile ta kendisi. Yine de kitaba ilişkin bütün tanıtım metinl

Mebus: Bir Serez Fedaisinin Romanı yahut Bir Hicâz Şarkı

Feridun Büyükyıldız’ın uzun bir aradan sonra çıkan yeni romanı Mebus ’u bir solukta okudum. Tarihî romanlarda sıkça rastladığımız bir konakta, mütareke İstanbul’unda başlayan hikâye, genç ve güzel Medeniye’nin Sultanahmet’teki Soğukçeşme Sokak’tan Beyoğlu’na uzanan yolculuğu ile şekilleniyor. Mebus , her ne kadar “Bir Serez Fedaisinin Romanı” ise de okuru daha çok Medeniye’ye, mutluluğu ve özgürlüğü arayan bir kadının mütevazı dünyasına yakınlaştırıyor. Hattat Mehmet Sabri Bey ile Nigâr Hanım’ın kızları Medeniye, talihsiz iki evliliğin ardından kendini aramaya, İstanbul gecelerinde bu ölümlü dünyanın tadını çıkarmaya karar verir. Arkadaşı Roza ile geçen hareketli geceler, ona aradığı mutluluğu vermese de hayal kırıklıklarını üzerini örtmeye yarar. Yeni insanlara, renkli dünyalara açılan kapıları aralar. Ta ki Ankara’nın adamı, mahir silahşor Recep Zühtü Bey hayatına girene kadar… Yolsuz Bir Serez Fedaisinin Portresi Cahilliğime verin, Büyükyıldız’ın romanını elime alana dek Recep

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen öznelli