Ana içeriğe atla

Mebus: Bir Serez Fedaisinin Romanı yahut Bir Hicâz Şarkı

Feridun Büyükyıldız’ın uzun bir aradan sonra çıkan yeni romanı Mebus’u bir solukta okudum. Tarihî romanlarda sıkça rastladığımız bir konakta, mütareke İstanbul’unda başlayan hikâye, genç ve güzel Medeniye’nin Sultanahmet’teki Soğukçeşme Sokak’tan Beyoğlu’na uzanan yolculuğu ile şekilleniyor. Mebus, her ne kadar “Bir Serez Fedaisinin Romanı” ise de okuru daha çok Medeniye’ye, mutluluğu ve özgürlüğü arayan bir kadının mütevazı dünyasına yakınlaştırıyor.

Hattat Mehmet Sabri Bey ile Nigâr Hanım’ın kızları Medeniye, talihsiz iki evliliğin ardından kendini aramaya, İstanbul gecelerinde bu ölümlü dünyanın tadını çıkarmaya karar verir. Arkadaşı Roza ile geçen hareketli geceler, ona aradığı mutluluğu vermese de hayal kırıklıklarını üzerini örtmeye yarar. Yeni insanlara, renkli dünyalara açılan kapıları aralar. Ta ki Ankara’nın adamı, mahir silahşor Recep Zühtü Bey hayatına girene kadar…

Yolsuz Bir Serez Fedaisinin Portresi

Cahilliğime verin, Büyükyıldız’ın romanını elime alana dek Recep Zühtü Bey hakkında bir bilgi sahibi değildim. Dönemin birçok ilginç olayının arkasında parmağı bulunan, Atatürk’ün pek çok fotoğrafında yanında yöresinde beliren bu kavruk Balkan göçmeninin ismine kim bilir kaç makalede, kitapta denk geldim de üzerinde durmadan geçtim! Bu görünmezliğinin komitacılıktaki başarısının bir sonucu olup olmadığını düşünmemek elde değil. Balkan Harbi’ne Harb-i Umumi’ye katılmış, Kongreler döneminden itibaren Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer almış bir savaşçı... Hakimiyet-i Milliye gazetesinin müdürü ve imtiyaz sahibi... Fakat görünen o ki Recep Zühtü bildiğimiz kuvvacılardan farklı. Sancılı dönüşüm süreçlerinde kişisel servetini artırmayı “vatan hizmeti” kılıfına sokmayı becerebilenlerden.

İmparatorluğun yıkıldığı ve yerine bir ulus-devletin kurulduğu 20. yüzyılın ilk çeyreği, sermayenin el değiştirme sürecine de sahne olmuştu. Recep Zühtü bu süreçte, Gazi Paşa’ya yakınlığı sayesinde devşirdiği iktidarı kullanarak -bugünün popüler ifadesiyle- “çökme” iddialarına konu olan mülkler, makamlar edinmiş. Peş peşe farklı illerden milletvekili adayı gösterilmesi ve tabii ki seçilmesi, Çankaya sofralarının devamlı konuğu olması, soyadını (Soyak) bizzat Gazi’nin koyması ve ölümüne dek onun yakınında bulunması, Gazi Paşa’ya gerçekten de ne denli yakın olduğunu gösterir nitelikte.

Recep Zühtü Soyak ve Mustafa Kemal Atatürk

Gerçekliğin İçinde Dolaşan Kurmaca

Elimizdeki roman, Recep Zühtü’nün bu yolsuz ve muktedir sicilini açık bir şekilde ortaya koysa da bir biyografi olma iddiası taşımıyor. Dolayısıyla gerçek kişi ve mekânlar ile kurgusal diyaloglar ve olaylar, kurmacayla gerçeği abartısız bir üslupla harmanlıyor. Böylece Kâzım Karabekir Paşa’dan Mazhar Osman’a cumhuriyet tarihinin önemli isimleri bir anda karşımıza çıkıyor. İstanbul’un pek bilinmeyen, bilinse dahi İstanbullularca gidilmeyen sembol mekânlarına da bu sayede konuk oluyoruz. Bunlardan biri Burgaz Ada meyhanesi Barba Yani. Barba bilindiği üzere ihtiyar Rum meyhanecilerin ortak lakabı olduğundan, romanda “Yani’nin meyhanesi” olarak geçiyor bu mekân. Bundan 9 yıl önce, İstanbul’a yeni taşınmış bir üniversiteli olarak gitmiştim bu meyhaneye. O tarihten itibaren yılda bir ya da iki kez misafiri oldum. Burgaz Ada sokaklarının insanı hafifleten kokuları, Ada’nın arka kıyılarını selamlayan günbatımı, İstanbul’un yorgunluğunu alır hüznünü bırakır, o hüzün de Barba Yani’de birkaç mezeyle taçlanırdı. Bundan sonra Yani’nin meyhanesine gittiğimde Medeniye’yi anacağım. Aradığı aşkın peşinden giderken öldürülen ve katili cezasızlıkla ödüllendirilen bir kadını…

Mebus bir trajediyi, edebiyatımızın “Doğu-Batı çelişkisi”, “kadının özgürleşmesi” gibi en temel meselelerini yargısız-hükümsüz işleyen bir novella. Medeniye'nin hayatına dokunan bir hicâz şarkı gibi. Büyükyıldız bu kez -üzerine kitap yazdığı Ankara’yı es geçmeden- kozmopolit İstanbul’u insanlarıyla, müziğiyle, restoranları ve gece hayatıyla anlatıyor. Elbette yazınsal dertlerini bir kenara koymadan…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Prag’da Bahar ve Darbe

Olof Palme Yazı Dizisi II 1969-1976 Yılları arasında ve 1982’den ölümüne değin İsveç Başbakanı olarak görev yapan Olof Palme’nin siyasi kariyerinin en büyük mücadelelerinden biri, uluslararası politikada insan hakları savunusu olmuştur. Soğuk Savaş’ın realist dengeleri içerisinde oldukça idealist görünen bu yaklaşım, Palme’nin sözcülüğünü yaptığı uluslararası hareket ile güçlü ve alternatif bir sese dönüşebilmiştir. Keza dünya tarihinde uluslararası hukukun oluşması, barış politikalarının yükselmesi ve insan haklarının normlaştırılması hep bu kavramların güçlü savunucularının eseri olmuştur. Olof Palme de Soğuk Savaş’ın iki kutbundan herhangi birisinde konumlanmaksızın nasıl barış yanlısı bir dış politika izlenebileceğini ortaya koyan öncü bir isim. Bu ilkesel yaklaşımın somut delili ise İsveç sosyal demokrasisinin Soğuk Savaş’ın sıcak cephelerinde aldığı tavır olarak görülebilir. Bu yazımızda söz konusu tavrın izlerini Prag Darbesi özelinde süreceğiz. Çekoslovakya, Soğ...

Evren'in Emeklilik Mektubu

Tarih 2 Mayıs 1961... Kurmay Albay Kenan Evren, "Osmancığım" diye hitap ettiği Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ve MBK üyesi Osman Köksal'a bir mektup yazar. Evren, yakın arkadaşına ordudan ayrılma niyetinden söz etmekte ve ondan yardım istemektedir: "(...) Sevgili kardeşim, biliyorsun biz 37'lilerle muameleye tabi olduğumuzdan bu sene son şansımız. Bunda da muvaffak olamazsam 30 ağustos'tan sonra niyetim ayrılmaktır. Emin ol bugüne kadar çeşit çeşit kaprisi olan kimselerle çalışmaktan ve her birine göre ayrı şerbet vermekten yıldım. Bugün son rütbemize yaklaştığımız halde, hâlâ kısım amiri gibi çalışmak, daktilo yazmak ve muamele görmekten kurtulamadım. Biz hangi rütbeye geldikse o rütbe kıymetini kaybetti. Sınıfımızın kalabalıklığı mıdır, yoksa başka bir sebep midir bilmem. Biz yüzbaşı ve binbaşı iken albayın durumu ile şimdiki arasında çok fark var. Daha anlatması bir hayli uzun sürecek ve senin hakikaten kıymetli dakikalarını alacak sebepler dolayı...

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen özn...