Ana içeriğe atla

Siyasi Çıplaklığın Romanı: Görmek

Nobel Edebiyat Ödüllü (1998) José Saramago’nun seri romanları "Körlük" ve "Görmek" üzerine birkaç söz…

Saramago’nun özgün dili, romanlarının ironik ve sürükleyici kurgusu, bütün dünyada iyi bir okur kitlesine ulaşmasını sağladı. Ben de Körlük’ü elime aldığımda, daha önce okumuş olduğum Kabil, Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş, Bilinmeyen Adanın Öyküsü gibi eşsiz eserlerinin heyecanını duyuyordum. Oysa Körlük romanının, yazarın anlatım inceliği dışında beklentimi karşıladığını söylemek zor. Okurken sıkılıp fazlaca uzatıldığını düşündüğüm bu ilk kitapta; beyaz körlüğün, bilinmeyen ülkenin insanlarını açlık ve korkuya hapsedişi ve insanın içindeki bencilliğin, kötülüğün ortaya çıkışı anlatılır.

Görmek ise çok farklı, konu bakımından daha sarsıcı bir roman. Bilinmeyen ülkenin başkentinde gerçekleşen yerel seçimlerde halkın büyük çoğunluğunun boş oy kullanmasıyla başlayan siyasi krizi konu edinir. Saramago bu siyasi itaatsizliğin karşısında devlet aklının işletilmesini sorunsallaştırmıştır. Antikite’den bugüne siyaset felsefesini şekillendiren otorite, iktidar gibi kavramları, yöneten-yönetilen ilişkilerini kendi iğneleyici üslubuyla yeniden tartışır. Sağ, merkez ve sol partilerin ezberlerini tiye alır.

“…bu uyumlu otorite-itaat ikilisini belki de sonsuza dek yitiririz, en mutlu insan toplumları bu ikiliğin ışığı altında yeşerir ve bu olmadan, tarihin büyük ölçüde kanıtladığı gibi, tek bir şey bile gerçekleşemez.”

Romanın en çarpıcı bölümü ise olay örgüsünün daha ileri safhalarında, kitabın sonlarında karşımıza çıkıyor. Andığımız devlet aklının çalışma prensiplerini, insanlığın başlıca tarihsel kazanımlarında yarattığı tahribatı, adalet, güvenlik, özgürlük gibi mefhumlarla ilişkisini ortaya koyuyor. Bu bakımdan Görmek, aslında edebi ve politik eleştiriyi kendi bünyesinde cisimleştiren bir roman. Okuruna kralın çıplak olduğunu söylemekle kalmayıp bu çıplaklığı tasvir eden Saramago’nun başyapıtlarından.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Prag’da Bahar ve Darbe

Olof Palme Yazı Dizisi II 1969-1976 Yılları arasında ve 1982’den ölümüne değin İsveç Başbakanı olarak görev yapan Olof Palme’nin siyasi kariyerinin en büyük mücadelelerinden biri, uluslararası politikada insan hakları savunusu olmuştur. Soğuk Savaş’ın realist dengeleri içerisinde oldukça idealist görünen bu yaklaşım, Palme’nin sözcülüğünü yaptığı uluslararası hareket ile güçlü ve alternatif bir sese dönüşebilmiştir. Keza dünya tarihinde uluslararası hukukun oluşması, barış politikalarının yükselmesi ve insan haklarının normlaştırılması hep bu kavramların güçlü savunucularının eseri olmuştur. Olof Palme de Soğuk Savaş’ın iki kutbundan herhangi birisinde konumlanmaksızın nasıl barış yanlısı bir dış politika izlenebileceğini ortaya koyan öncü bir isim. Bu ilkesel yaklaşımın somut delili ise İsveç sosyal demokrasisinin Soğuk Savaş’ın sıcak cephelerinde aldığı tavır olarak görülebilir. Bu yazımızda söz konusu tavrın izlerini Prag Darbesi özelinde süreceğiz. Çekoslovakya, Soğ...

Evren'in Emeklilik Mektubu

Tarih 2 Mayıs 1961... Kurmay Albay Kenan Evren, "Osmancığım" diye hitap ettiği Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ve MBK üyesi Osman Köksal'a bir mektup yazar. Evren, yakın arkadaşına ordudan ayrılma niyetinden söz etmekte ve ondan yardım istemektedir: "(...) Sevgili kardeşim, biliyorsun biz 37'lilerle muameleye tabi olduğumuzdan bu sene son şansımız. Bunda da muvaffak olamazsam 30 ağustos'tan sonra niyetim ayrılmaktır. Emin ol bugüne kadar çeşit çeşit kaprisi olan kimselerle çalışmaktan ve her birine göre ayrı şerbet vermekten yıldım. Bugün son rütbemize yaklaştığımız halde, hâlâ kısım amiri gibi çalışmak, daktilo yazmak ve muamele görmekten kurtulamadım. Biz hangi rütbeye geldikse o rütbe kıymetini kaybetti. Sınıfımızın kalabalıklığı mıdır, yoksa başka bir sebep midir bilmem. Biz yüzbaşı ve binbaşı iken albayın durumu ile şimdiki arasında çok fark var. Daha anlatması bir hayli uzun sürecek ve senin hakikaten kıymetli dakikalarını alacak sebepler dolayı...

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen özn...