Ana içeriğe atla

"Ben İstanbulluyum!"

Hıfzı Topuz çocukluk ve gençlik yıllarının Nişantaşı’nı anlatmaya koyulduğunda coşkuyla haykırmış olmalı böyle. 2017’nin 17 milyonluk İstanbul’undan bir göçmen gözüyle bakıyorum bu söze. Gurur verici ve gösterişli görünen ama ruhsal yükü oldukça ağır bir durum olmalı şu İstanbulluluk.


Benim için anı kitaplarını çekici kılan şey, onların, bambaşka dünyalara yapılan birer yolculuk olmalarıdır. Hıfzı Topuz da “Bir Zamanlar Nişantaşı’nda” diye başlayıp 1930’lara uzanan bir yolculuğa çıkarıyor okurlarını. Kitap, Nişantaşı’nın tarihinden, kültürel atmosferinden ve meşhur sakinlerinden kesitler sunuyor. Uzun, kronolojik bir anlatıdan değil, dizimini çok başarılı bulduğum kısa bölümlerden oluşuyor. Deneme ve anı türlerindeki yapıtlarda metinlerin sırası belirlenirken hiç kuşkusuz tarihsel sıralamanın ötesinde bir çalışma yapılmalı. Elimizdeki kitapta böyle bir çalışma yapıldığını ve metinlerin birbiri ardına yerli yerince oturduğunu düşünüyorum.

Hıfzı Topuz’la eski Nişantaşı yolculuğunda benim en çok ilgimi çeken duraklar, apartmanlar ve konaklar oldu. Yazar, büyük bir titizlikle bu apartmanlar ve konakları, onlara değer katan sakinleriyle birlikte anlatıyor. Türkiye düşün dünyasının seçkin isimleriyle paylaştığı anıları, bu yolculuğu daha da etkileyici kılıyor. Böylece Atatürk’ün sofrasından kalkıp Rasih Nuri İleri’yle izci kampına katılıyor, oradan Sabahattin Eyüboğlu’nun evinde bir dost meclisine konuk oluyoruz. Yalnızca Nişantaşı’nın değil, bütün bir İstanbul’un entelektüel havasını koklayabileceğimiz bir pencere aslında bu.

“Bir Zamanlar Nişantaşı’nda” adlı bu anılar, bir anlamda yazarın; komşularına, dostlarına, hayat yolculuğu Nişantaşı’ndan geçenlere bir selamı… Benim gibi bir genç okurun önemli bir kısmını tanıması mümkün olmayan çok sayıda isim –ki bunlar muhakkak Topuz ve kafasındaki Nişantaşı silueti için önem arz ediyorlar- bu kitapta anılıyor. Yazar eski Nişantaşı’na ilişkin bir röportaj eser ortaya koymak arzusuyla, semt sakinlerini de kayda geçirmek istemiş gibi görünüyor. Bunu yaparken de Nişantaşı’nın farklı dönemlerine tanıklık etmiş dostlarına da başvurmuş ve onların belleklerinde yer eden isimlere de kitapta yer vermiş.

Dikkat çekmek gereken bir diğer husus da bölümlerin birbirinden bağımsız daha doğrusu, kitap bütünlüğünü saran bir bağlamın dışında kaleme alınmış olması. Bu durumun bir gerekliliği midir, aynı isim ya da varlıklara ilişkin farklı anılarda yer yer tekrara düşülmüş gibi. İstisnai birkaç örnekten bahsediyorum elbette; ancak tarihi bir apartmanın uzun uzadıya anlatılmış öyküsüne bir başka bölümde hiç söz edilmemişçesine değinilince bu tekrarı sorgulamadan edemedim. Bunun bir tercih olması da olasıdır. Öyleyse, kitabın hazırlanma sürecine ilişkin bir önsözle bu hatıraların nasıl derlendiği, belirli bilgileri edinmek için kimlere başvurulduğu hakkında daha iyi bilgilendirilmek isteyebilirim.

“Bir Zamanlar Nişantaşı’nda”, başta Nişantaşı’nda oturanlar olmak üzere, eski İstanbul anlatılarına ilgi duyan bütün okurlarca edinilmeli. Şunu belirtelim: Hıfzı Topuz, çocukluğunun dünyasını ya da eski İstanbul’un çehresini anlatırken bıktıran bir passeizme başvurmuyor. Beni kitap hakkında mutlu eden olgulardan biri olmuştur bu. Öte yandan yazar, eski günlere duyulan özlemi ve tarihsel dönüşümün yarattığı tahribatı dile getirmekten de geri durmuyor.

Şimdi ilk fırsatta bir Nişantaşı gezisi yaparak bu zamana kadar dikkatimi çekmemiş olan sokakların, apartmanların ve tarihi yapıların izini sürmeyi düşünüyorum. Elbette Hıfzı Topuz’un bu kitabını rehber edinerek…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen öznelli

Nedim Gürsel’in Mısır Yolculuğu

Edebiyatımızın en üretken yazarlarından biri Nedim Gürsel. Üstelik üretkenliği, niteliğini gölgede bırakmayan türden. Henüz “Söz Uçar”ın dumanı üstündeyken yeni bir kitapla karşımızda: “Piramitlerin Gölgesinde”. Piramitlerin Gölgesinde, Nedim Gürsel’in Mısır yolculuğunun kitabı. Deneme türünde kaleme alınsa da röportaj türüne pek uzak değil. Yazar, kitabın henüz başında okuru, ölümün ürperticiliği ile ölümsüzlüğün ihtirasını bünyesinde cisimleştiren Gize’ye çağırıyor. Sfenkslerin heybetinin ve binyılları deviren dirençlerinin etkisinde, yolu Gize’ye düşenleri anımsıyor ve anımsatıyor. Nedim Gürsel eserlerinde, kendi bellek süzgecinden geçirdiği sanatsal ya da folklorik ögelere sıkça başvuran bir yazar. Anlatımını kimi zaman bir şiir, kimi zaman diline dolanan bir türkünün yarım yamalak nakaratıyla zenginleştiriyor.  Bence Nedim Gürsel’i başarılı kılan konulardan biri de bu. Edebiyatta 50. yılı arkasında bırakan bir yazar, iflah olmaz bir merakla ve daha da önemlisi, ele alacağ

Atay'ın Demiryolu Hikayecileri'nde "İktidar"

          Şehre uzak bir kasabada, bir demiryolu istasyonunda hikayeler yazıp satarak hayatını kazanan bir hikayecinin anlatımıyla Demiryolu Hikayecileri, iktidar – edebiyat ilişkisi bağlamında incelenmesi yerinde olan hikayelerden biridir. Oğuz Atay’ın bu hikayesi, üç seyyar hikaye satıcısı ve çalıştıkları istasyonun şefi etrafında gelişmektedir. İstasyonda çalışan hikayeciler, diğer seyyar satıcılar ve istasyon şefi arasında kurulan ilişkiyi belirleyen bir takım etkenler vardır. Bu etkenleri, Oğuz Atay’ın satırlarından yansıyan ekonomik, siyasal, sosyal gerçekler olarak da görebiliriz. Savaşın ekonomik ve sosyal koşulları, seyyar satıcıların sağlıkları, yaşam ve çalışma şartları sebebiyle üzerlerine sinmiş olan çaresizlik; hikayenin karakterleri arasındaki ilişkiyi de belirlemektedir. Bu sosyolojik yapı ve piyasa koşulları, hikayede aradığımız iktidar ilişkilerini var ettiği gibi kendi içlerinde de farklı iktidar öğeleri barındırıyor olabilirler.           İstasyon şefinin sırad