Ana içeriğe atla

Yönetmenin Romanı

Bu yıl gösterime giren filmini görünce okumayı sürekli ertelediğim o Ferzan Özpetek kitabını elime aldım: İstanbul Kırmızısı. Yönetmenin romanı, Eren Cendey imzalı çevirisiyle Can Yayınları’ndan 2016 yılında çıktı.


İstanbul Kırmızısı, kısa bölümlerle ve akıcı bir dille hazırlanmış. Özpetek’in çok sık kullandığı kısa ve eksik cümleler anlatımı etkileyici kılıyor. Ağır edebi sanatlar kullanmadan yaratılan güçlü çağrışım, İtalyanca’nın sunduğu bir imkan mıdır, yoksa çevirmenin başarısı mıdır, bilemiyorum.

Ferzan Özpetek, çocukluğunun Kalamış’ından 2013’ün Taksim’ine bir yolculuk yapıyor romanda. Hatıralarıyla desteklenmiş, gerçekle kurgu arasındaki o belirsiz çizgide şekillendirilmiş bir roman İstanbul Kırmızısı. Yolları birçok kez kesişen ve ancak kitabın sonunda buluşabilen iki insanın İstanbul yalnızlığını anlatıyor. Bu haliyle kitabı, son yıllardaki adıyla “auto-fiction” olarak kabul edebiliriz sanıyorum.

Auto-fiction, yazarların yaşam öykülerini gerçek dışı farklı anılar ve olaylarla zenginleştirmelerinin bir yolu. Yazar Enis Batur, “Ölesiye Sanat” isimli deneme kitabında “yazınsal gerçeklik bağlamında yaratıcılık katsayısı düşük, ruhsal sapma eğrisi yüksek bir yaklaşım” olarak nitelediği bu tür hakkında şu eleştiriyi yapıyor:
“Yazan-Ben’in temel kaygısı, Yaşayan-Ben’i süslemek olmasa gerek. Şüphesiz, yazınsal yapıtın hedefini gerçeği ve doğruları ifade etmekle sınırlayamayız, onun varlık biçimiyle çelişir bu türden bir beklenti. Tersini savunmak bir o kadar güçtür: yazınsal yapıt, yaratıcısının yaşam akışını yeniden gönlünde elden geçirme sahası olarak görülemez (…)”*

Enis Batur’un kaleminden okurken büyük oranda hak verdiğim bu değerlendirmenin İstanbul Kırmızısı için biraz ağır olduğunu belirtmek gerek. Zira, Ferzan Özpetek’in romanında öz yaşam öyküsünü süsleyen hatıralardan ya da becerilerden çok, roman kahramanını destekleyen ve yazarın gerçek yaşamından hikayeye taşınan unsurlardan söz etmek daha yerinde olacaktır.

Bu tespit haklı da olsa haksız da olsa bu konuda romanın müspet bir hedefle ilerlediğini düşünüyorum; çünkü bu tartışmaya sebep olan gerçekdışı olaylar İstanbul’a ve Türkiye’ye ilişkin önemli bir tanıklığa imkan sağlıyor. Bu, İstanbul’un betonlaşması, tarihi ve kültürel mekanların yok olması, Emek Sineması ve Gezi Parkı özelinde kentli sınıfların sokak gösterilerine başlaması üzerine bir tanıklık… Bir kısmına filmde de yer verilen bu konuların, Türk asıllı evrensel bir sanatçı tarafından kültür-sanat eserlerine taşınmasını çok önemli buluyorum.

İstanbul Kırmızısı; bir yönetmenin, güçlü çağrışım ve ruhsal betimlemelerle yarattığı; özlem, yalnızlık, İstanbul ve aşk romanı.


*Ölesiye Sanat, Enis Batur, Alakarga Yayıncılık, Eylül 2013, İstanbul, s.19.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen öznelli

Nedim Gürsel’in Mısır Yolculuğu

Edebiyatımızın en üretken yazarlarından biri Nedim Gürsel. Üstelik üretkenliği, niteliğini gölgede bırakmayan türden. Henüz “Söz Uçar”ın dumanı üstündeyken yeni bir kitapla karşımızda: “Piramitlerin Gölgesinde”. Piramitlerin Gölgesinde, Nedim Gürsel’in Mısır yolculuğunun kitabı. Deneme türünde kaleme alınsa da röportaj türüne pek uzak değil. Yazar, kitabın henüz başında okuru, ölümün ürperticiliği ile ölümsüzlüğün ihtirasını bünyesinde cisimleştiren Gize’ye çağırıyor. Sfenkslerin heybetinin ve binyılları deviren dirençlerinin etkisinde, yolu Gize’ye düşenleri anımsıyor ve anımsatıyor. Nedim Gürsel eserlerinde, kendi bellek süzgecinden geçirdiği sanatsal ya da folklorik ögelere sıkça başvuran bir yazar. Anlatımını kimi zaman bir şiir, kimi zaman diline dolanan bir türkünün yarım yamalak nakaratıyla zenginleştiriyor.  Bence Nedim Gürsel’i başarılı kılan konulardan biri de bu. Edebiyatta 50. yılı arkasında bırakan bir yazar, iflah olmaz bir merakla ve daha da önemlisi, ele alacağ

Atay'ın Demiryolu Hikayecileri'nde "İktidar"

          Şehre uzak bir kasabada, bir demiryolu istasyonunda hikayeler yazıp satarak hayatını kazanan bir hikayecinin anlatımıyla Demiryolu Hikayecileri, iktidar – edebiyat ilişkisi bağlamında incelenmesi yerinde olan hikayelerden biridir. Oğuz Atay’ın bu hikayesi, üç seyyar hikaye satıcısı ve çalıştıkları istasyonun şefi etrafında gelişmektedir. İstasyonda çalışan hikayeciler, diğer seyyar satıcılar ve istasyon şefi arasında kurulan ilişkiyi belirleyen bir takım etkenler vardır. Bu etkenleri, Oğuz Atay’ın satırlarından yansıyan ekonomik, siyasal, sosyal gerçekler olarak da görebiliriz. Savaşın ekonomik ve sosyal koşulları, seyyar satıcıların sağlıkları, yaşam ve çalışma şartları sebebiyle üzerlerine sinmiş olan çaresizlik; hikayenin karakterleri arasındaki ilişkiyi de belirlemektedir. Bu sosyolojik yapı ve piyasa koşulları, hikayede aradığımız iktidar ilişkilerini var ettiği gibi kendi içlerinde de farklı iktidar öğeleri barındırıyor olabilirler.           İstasyon şefinin sırad