Edebiyatımızın
en üretken yazarlarından biri Nedim Gürsel. Üstelik üretkenliği, niteliğini
gölgede bırakmayan türden. Henüz “Söz Uçar”ın dumanı üstündeyken yeni bir
kitapla karşımızda: “Piramitlerin Gölgesinde”.
Piramitlerin Gölgesinde, Nedim Gürsel’in Mısır
yolculuğunun kitabı. Deneme türünde kaleme alınsa da röportaj türüne pek uzak
değil. Yazar, kitabın henüz başında okuru, ölümün ürperticiliği ile
ölümsüzlüğün ihtirasını bünyesinde cisimleştiren Gize’ye çağırıyor. Sfenkslerin
heybetinin ve binyılları deviren dirençlerinin etkisinde, yolu Gize’ye
düşenleri anımsıyor ve anımsatıyor.
Nedim Gürsel eserlerinde, kendi bellek
süzgecinden geçirdiği sanatsal ya da folklorik ögelere sıkça başvuran bir
yazar. Anlatımını kimi zaman bir şiir, kimi zaman diline dolanan bir türkünün
yarım yamalak nakaratıyla zenginleştiriyor. Bence Nedim Gürsel’i başarılı kılan konulardan
biri de bu. Edebiyatta 50. yılı arkasında bırakan bir yazar, iflah olmaz bir
merakla ve daha da önemlisi, ele alacağı konuya, okuruna saygıyla durmaksızın
okuyor, gözlemliyor, araştırıyor. Gize’de piramitlerin
gölgesinde otururken de Pierre Loti ve Gustav Flaubert gibi yazarların Mısır
ve piramitlere ilişkin izlenimlerini tartışıyor.
Yazarın bu kitap için, Eski Mısır
mitolojisinin gizemli dehlizlerini arşınlayıp, çağdaş Mısır edebiyatında antik
uygarlığın izlerini sürmüş olduğu belli.
Oysa kibrin sanatçı ile insanlığın entelektüel birikimi arasına duvarlar
ördüğü örnekler hiç de az değil.
Kitapta yer alan denemelerin gezi yazılarından
farkı, yazarın düşünce evreninin, duygulanımlarının ve Eski Mısır üzerinden yürüttüğü
çağrışımın, ziyaret ettiği yerlerden daha ön planda olması. Piramitlerin
Gölgesinde bu bakımdan evet, bir yolculuk kitabı; ama bir seyahat kitabı değil.
Nedim Gürsel’in tahrir yazdığı Altı Eylül İlkokulu’ndan Mısır halkının devrim
yaptığı Tahrir Meydanı’na yolculuğu. Yahut Nazım’dan Cossery’ye, Necip
Mahfuz’dan Rilke’ye… Kendisine dokunan yazarlar, bu yolculuğun başlıca durakları.
“Mısır’a Kaçış” başlıklı denemesinde Rilke’nin
Mısır’a yaptığı içsel yolculuğun izlerini sürerken aynı zamanda kendi
yolculuğunu anlamlandırmaktadır Nedim Gürsel. Kahire’nin aynalı kahvelerinde
Necip Mahfuz’dan bir iz ararken bir yandan da bu mekânların, Mısır’ın toplumsal
yapısındaki merkezi konumunu sorgulamaktadır.
“Bir tek
ölüm mecburi…”
Antik Çağ’ın kudretli hükümdarlarının herkesle
ortaklaştıkları tek gerçek olabilir ölüm: mutlak ve bir o kadar sıradan. Oysa
Firavunların anıt mezarları öyle ihtişamlı ve sarsıcı ki; Rilke Mısır’ı
“ölünecek yer” diye tarif ediyor. Ölümü çağrıştıran kentler, mekanlar elbette vardır
ama ölümün böyle gösterişli “yaşandığı” bir başka yer daha var mıdır acaba
dünyada?
Tapınakların, tanrılara adanan kurbanların, ve
o çaresiz ölümsüzlük arayışının sonunda, bütün görkemiyle binlerce yıl toprak
altında kalmış olan mumya firavunlar, Kaan Ökten’in bir tweetini anımsatıyor
bana: “Bir tek ölüm mecburi, onun dışındaki her şey mümkün.” Rilke mi, hayır Mısır’da ölmedi, ama kadim bir
uygarlık buraya gömüldü, bütün büyük yapıları ve kudretli hükümdarlarıyla…
Piramitlerin
Gölgesinde üzerine
getirilebilecek bir eleştiri, denemelerin sıralaması olabilir. Deneme türünde
bir kitabın niteliği, metinlerin içeriği kadar sıralamasından da etkileniyor.
Ben Mısır hakkındaki bir yolculuk kitabına Kahire’den başlamayı tercih ederdim.
Zira Kahire, yalnız Mısır Arap Cumhuriyeti’nin başkenti değil; aynı zamanda
Mısır medeniyetinin kadim ve çağdaş ögelerini bünyesinde buluşturan bir kent. Böylece
İskenderiye’ye ya da Luksor’a Kahire’den gitmek, zamansal bir boyut da
katabilirdi bu yolculuğa. Eski Mısır’ın o mahzun haşmetiyle ayakta durduğu
Luksor ile bir Akdeniz kenti olan İskenderiye arasındaki farkları da daha iyi
görebilirdik belki. Nedim Gürsel bu dizini, denemelerin yazım
tarihlerine göre mi yoksa yolculuk programına göre mi yaptı, bilmiyorum tabi.
Bundan iki yıl önce Kahire’de birkaç ay
geçirme şansı bulmuş biri olarak insana varoluşu ve ölümü sorgulatan güneşin ve
çölün o müthiş ahengini bir de Nedim Gürsel’in kaleminden okumaktan büyük haz
aldım. Luksor’da günbatımını seyretmenin derin huzuruna, Karnak tapınağında
bilinmezliğin verdiği huzursuzluğa yeniden vardım. Kâh çöplerle kaplı
sokakların keşmekeşine daldım kâh Ümmügülsüm’ün (Gürsel “Um Kalsum” şeklinde
kullanıyor) sesiyle efkârlandım.
Şimdi bir fırsat yaratıp da kitapta izi
sürülenler gibi, Nedim Gürsel’in de izini sürmeli Mısır’da. Bu mevsimde güneş
iyice kızmıştır ve Nil’in bereketi daha bir anlam kazanmıştır.
(Nedim Gürsel, Piramitlerin Gölgesinde, Doğan Kitap, Mayıs 2018, 149 s.)
Yorumlar
Yorum Gönder