Ana içeriğe atla

Borges’in Düşünden Yeni Normale: Zaman, Mekan, Eşya ve Anlam

“Eğer bu bir düşse ve düşümde sizi görüyorsam benim bildiklerimi sizin de bilmeniz çok doğal. Boşuna nefes tüketmeyin.

Yerinde bir yadsımaydı bu. Yanıt verdim:

Eğer bu sabah ve bu karşılaşma birer düşse, her ikimizin de düş görenin kendisi olduğunu düşünmesi gerekir. Belki düş görmeyi bir kenara bırakacağız belki de bırakmayacağız. Ama başka görevlerimiz arasında bizim gerçek görevimiz, evreni, doğmuş olmayı, gözlerle bakmayı ve soluk almayı kabullendiğimiz gibi düşü de kabul etmemiz.”

Jorge Luis Borges, Öteki (1975)

***

Borges kendi gençliğiyle karşılaştığında yaşandı bu diyalog. Genç Borges için bankta yanında oturan kır saçlı adamın kendisi olduğuna inanmak hiç de kolay değildi. Peki yaşlı Borges için? Her nasıl olduysa bu, kabul etmek gerekirdi. Sırrına eremediğimiz onca şeyin yanında, bir gün bankta kendi gençliğinle karşılaşmak -en azından- kabul edilebilirdi.

Evde kalmak ve sokağa çıkmak daha önce hiç olmadığı kadar önemli bu sıralar. Kapanma psikolojisi hepimizin gündelik yaşamını belirliyor. Çalışmak zorunda olduğu için bu tedbiri alamayanlarımızın ya da salgının gerilemesiyle ilk fırsatta sokaklara düşenlerimizin dahi… Birbirini takip eden birbirinin aynı günleri, kimimiz yeni tip sömürü modeli “home-office” kapsamında iş yetiştirmeye çalışarak kimimiz ev işlerinde, mutfakta kimimiz ise dijital platformlarda dizi ya da film izleyerek geçirdi. Bize farklı deneyimler sunmayan, bu nedenle de birbirinden ayırt etmenin zor olduğu günler; zaman algımızı yitirmemize yol açtı. Zamanı öğrenebilmek için takvime ve saate bakmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde birçoğumuz zahmet edip de ayın kaçıncı gününde olduğumuza bakmadık bile. Ben baktığım günleri unuttum. Saate baktığım zamanlarda da saatin kaç olduğunu unuttuğumu kısa bir süre sonra tekrar saate baktığımda fark ettim. Bu da hangi gündü anımsamıyorum.

Mekân algımız da bulanıklaştı bu süreçte. Evlerimiz ve elbette sosyal mesafe, yalnızlığımızı perçinledi. Kimileri küçücük evlerinde hareketsizlik içerisinde, kimileri gün ışığı almayan odalarında yitirdi mekânı. Ben pencereden sokağımızdaki ağaçlara bakarken yitirmiş olabilirim. Bütün dünyanın evimden ibaret olduğunu; pencerelerin üç boyutlu resimlerden, anımsadıklarımın suretlerden ibaret olduğunu düşündüm. Neyse ki sokağımda gür ve yeşil ağaçlar var. Sokağın öteki ucundaki Pablo Neruda Parkı’na doğru uzanıyorlar.

Eve kapanma, eşya ile ilişkimizi de etkiledi kuşkusuz. Kimileri evini dolduran eşyalardan bunaldı, kimileri eşyaların hafızasına sığındı evde. İnternet çağı, tam da eşyalardan kurtulmanın zamanıydı oysa, çöp konteynerlerinin yanına bırakılanlar hiç seslerini çıkarmadılar. Bizse “kurtulduğumuz” her eşyada hafızamızı yitirdik biraz daha. Işık Ergüden, Hapishane Çağı’nda anlatıyordu, bir kapatma uygulaması olarak eşyasızlaştırmanın insana etkilerini.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, hayatı yavaşlatma tedbirlerini açıklarken “özsel anlamı yeniden keşfetmek”ten (retrouver le sens essentiel) söz etmişti. Açıklamanın sahibi, çizdiği siyasi profil sebebiyle her ne kadar bizi gülümsetse de bu dönemin her birimizi içsel bir arayışa ittiği, felsefi sorularımızı gün yüzüne çıkardığı mutlak. Bundan sonraki sınavımız da günlük rutimizle tüketim kültürümüzle, hayatımıza atfettiğimiz anlam ve kendimize biçtiğimiz rolle olacak.

Sona yaklaşıyoruz gibi görünüyor. Eve girerken Ankara’da kar yağıyordu. Evden -kelimenin sosyal anlamıyla- çıktığımızda yılın en uzun günleri ve sıcak karşılayacak bizi. Peki, mevsimin dışında bir şeyler değişmiş olacak mı? Yoksa yine hırslarımızın, yok etme arzumuzu
n dünyasına; otomobillerin, plazaların kurgusal konforuna geri mi döneceğiz? Biz dediğime bakmayın; gerçek bizin gündemi farklı. Bir yanda artan gündelik ihtiyaçlar, bir yanda “tüket” diye sayıklayan ekranlar, bir yanda ise cüzdanlarımızın gerçekliği… İşsizler, gelecek umutları eski ya da yeni bir normalin gelmesine ya da tamamen farklı bir toplumsal düzenin kurulmasına bağlı olanlar…

Zaman, mekân, eşya farklı anlamlar vaat ederken yaşamı daha adil, daha mutlu kılma umudu tek şansımız. Bir düşse dahi her şey, kabul edip düşümüzü güzelleştirmekten başka çaremiz var mı?


Bu yazı 26 Haziran 2020 tarihinde Gergedan Dergi'de yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Prag’da Bahar ve Darbe

Olof Palme Yazı Dizisi II 1969-1976 Yılları arasında ve 1982’den ölümüne değin İsveç Başbakanı olarak görev yapan Olof Palme’nin siyasi kariyerinin en büyük mücadelelerinden biri, uluslararası politikada insan hakları savunusu olmuştur. Soğuk Savaş’ın realist dengeleri içerisinde oldukça idealist görünen bu yaklaşım, Palme’nin sözcülüğünü yaptığı uluslararası hareket ile güçlü ve alternatif bir sese dönüşebilmiştir. Keza dünya tarihinde uluslararası hukukun oluşması, barış politikalarının yükselmesi ve insan haklarının normlaştırılması hep bu kavramların güçlü savunucularının eseri olmuştur. Olof Palme de Soğuk Savaş’ın iki kutbundan herhangi birisinde konumlanmaksızın nasıl barış yanlısı bir dış politika izlenebileceğini ortaya koyan öncü bir isim. Bu ilkesel yaklaşımın somut delili ise İsveç sosyal demokrasisinin Soğuk Savaş’ın sıcak cephelerinde aldığı tavır olarak görülebilir. Bu yazımızda söz konusu tavrın izlerini Prag Darbesi özelinde süreceğiz. Çekoslovakya, Soğ...

Evren'in Emeklilik Mektubu

Tarih 2 Mayıs 1961... Kurmay Albay Kenan Evren, "Osmancığım" diye hitap ettiği Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ve MBK üyesi Osman Köksal'a bir mektup yazar. Evren, yakın arkadaşına ordudan ayrılma niyetinden söz etmekte ve ondan yardım istemektedir: "(...) Sevgili kardeşim, biliyorsun biz 37'lilerle muameleye tabi olduğumuzdan bu sene son şansımız. Bunda da muvaffak olamazsam 30 ağustos'tan sonra niyetim ayrılmaktır. Emin ol bugüne kadar çeşit çeşit kaprisi olan kimselerle çalışmaktan ve her birine göre ayrı şerbet vermekten yıldım. Bugün son rütbemize yaklaştığımız halde, hâlâ kısım amiri gibi çalışmak, daktilo yazmak ve muamele görmekten kurtulamadım. Biz hangi rütbeye geldikse o rütbe kıymetini kaybetti. Sınıfımızın kalabalıklığı mıdır, yoksa başka bir sebep midir bilmem. Biz yüzbaşı ve binbaşı iken albayın durumu ile şimdiki arasında çok fark var. Daha anlatması bir hayli uzun sürecek ve senin hakikaten kıymetli dakikalarını alacak sebepler dolayı...

Devrimin ve İç Savaşın Kalbinde: Bir Habercinin Güncesi

Bundan 10 yıl önce, 26 yaşındaki üniversite mezunu bir gencin, gördüğü onur kırıcı muamelenin ardından isyan edip kendini ateşe vermesiyle başladı her şey. Arap ülkelerinin baskıcı diktatörlerini teker teker deviren, sonuçları birçok ülkede hala sürmekte olan 2011 halk ayaklanmaları, bu coğrafya için çalkantılı günlerin ilk adımıydı. Silsile halinde birçok ülkeye sıçrayan ayaklanmalar; yalnızca ayrıcalıklı sınıflar, yönetici elit ya da eli kanlı güvenlik güçleri için değil; aynı zamanda özgürlük ve sosyal adalet talep eden sıradan insanlar, siviller için de trajik bir süreci başlattı. Gazeteci Can Ertuna’nın NTV muhabirliği sırasında Arap isyanlarının kalbindeki habercilik deneyimlerini aktardığı kitabı  Arap İsyanları Güncesi , olayların farklı ülkelerdeki özgün seyrini ve şiddetle ilişkisini yansıtıyor. Ertuna; önce Tunus, ardından Mısır, Libya ve Suriye’deki gözlemlerini bu ülkeler hakkındaki araştırmalarıyla da harmanlamış olduğundan elimizdeki kitabın bir günceden beklenen özn...