Bir gazetenin kitap ekindeki iddialı söyleşisiyle tanıdım Burhan Sönmez’i. Edebiyat dünyasında çok ses getiren son romanı Labirent* okuduğum ilk kitabı oldu haliyle. Herhangi bir kitap hakkında yazıp çizmeden önce o yazarı tanımanın gerekliliğine inananlardanım. Şahsiyetinden değil, ama yazım dilinden, kurmaca becerisinden ya da düşünsel/bilimsel izleğinden söz ediyorum. Dolayısıyla Burhan Sönmez’in, okuduğum bu ilk kitabı üzerine yazmışlığım başlı başına kendimle bir çelişki oluşturuyor. Fakat bir süre, yazarın ikinci bir kitabını okuma niyetim olmadığından bu yazıda Labirent’i bir kenara not etmek ve ileride dönmek arzusundayım. Labirent intihar edip ölmemiş, ancak hafızasını kaybetmiş bir müzisyenin aynalar karşısında kaybettiği benliğini arayışını konu ediniyor. Yazarın, bu arayışı muhayyel bir ereğe, ardı bilinmez bir çıkış kapısına ilerleyiş olarak labirente benzettiğini düşünebiliriz. Yine de bu “yeni çağ romanının” adına ve kapak görseline esin kaynağı